Odam, benim için âdeta duvarlarına kazınmış tüm şekilleri ezbere bildiğim bir antik mağara gibidir. Eski, karanlık ve terk edilmiş fakat bir o kadar da huzurlu, eşiğinden girdiğinde insanı mistik bir hisle kaplayan bir yer… Evim dediğim bacanın altındaki asıl evim hep odam olmuştur; mutfağa gitmek için çıktığımda istemsizce bir rahatsızlık hissine kapılırım. Konforum gitmiş gibi hissederim, hiçbir yerde odamdaki kadar rahat değilimdir. Her şeyi odamda yaşadığım yıllar geçirdim; acımı, sevincimi ve hayallerimi yaşadığım bu dört duvarın arası benim için kutsaldı. Odamdan çıkmadığım için bana kızan, sürekli “Gel! Biraz da bizimle salonda otur.” diyen bir annem vardı. Yıllarca odamda oturmaktan hiç sıkılmadım.
Konfor alanı kavramına verebileceğim en somut örnek odamdır. Karakterimi oluşturduğum ergenlik yıllarımı odamda oyunlar oynayarak geçirdim. Okuduğum kitaplar ve izlediğim filmler en büyük ilham kaynağımdı. Onlardan esinlendiğim hayallerin içinde yaşadım, yaş aldım. 16 yaşında biriyken aşkın ne olduğunu bilirsiniz, ben de biliyordum. Fakat yalnızca okuduklarımdan; hayır, deneyimlerden öğrenilmiş bilgiler değildi bunlar. Konfor alanımdan hiç çıkmadım, nasıl deneyimlerden öğrenebilirdim ki aşkı? Öğrenemedim ve yıllarca bunun eksikliğinden yakındım, sebebi kendi tercihlerim olmasına rağmen. Konfor alanı somut bir yer olmak zorunda da değil; konforlu olduğunuz yer bir kişi de olabilir. Sürekli en yakın arkadaşlarınızla zaman geçiriyor, yeni insanlarla tanışmak istemiyor, bundan âdeta kaçınıyor olabilirsiniz. Yeni insanlarla sosyalleşmek size korkutucu geliyor ve bu yüzden hayatta edinebileceğiniz pek çok yeni fırsat ve deneyimi kaçırıyor olabilirsiniz.
Konfor alanında sıkışıp kalmak, bizi yeni deneyimlerden alıkoyar. Sürekli odanızda vakit geçirmek, hep aynı arkadaşlarla buluşmak, hep aynı kafede oturmak, hep aynı yemeği sipariş etmek, her gün aynı yoldan yürümek… Konfor alanına böyle bir sürü örnek sıralayabiliriz. Peki, neden konfor alanından ayrılmamız gerekiyor ki? Kimse konfor alanını bırakmak istemez; kimse odasını bırakmak istemez, hâlihazırda arkadaşları varken yeni bir ortama girmez, en sevdiği kahveden vazgeçip “Bu sefer de şunu deneyeyim.” demez. Konfor alanı bizi içine çeken ve yutan bir kara deliktir; içine düştüğümüzde tam manasıyla yaşamamızın imkânı yoktur. Yıllarca yaşamadığı deneyimlerin hayalleriyle kendini avutmuş biri olarak gerçek duygular ve deneyimlerden uzak kalmanın, konfor alanımı terk edemeyişimin bir sonucu olduğunu biliyorum. Yalnızca bir akşam en yakın arkadaşlarım yerine yan sınıftaki kızlarla kahve içmeye gitmiş olsaydım hayatımda nelerin değişebileceğini o zaman bilmiyordum, şimdi ise keşkelerle yaşıyorum. Lise yıllarımı tam anlamıyla yaşayamadığım için üzülüyorum; çünkü artık biliyorum ki konfor alanını terk etmeyen kimse hayatı yaşamış sayılmaz.
Konfor alanından çıkmamak bizi hayatı yaşamaktan aciz kılar. Şimdi geriye dönüp baktığımda, hayatımın odamdan ayrıldığım vakte kadar hiç yaşanmamış kadar boş geçtiğini fark ediyorum. Çok okumuş ve çok izlemiş biri olmak bize hayat bilgisi katmıyor; bizi yaşamış biri kadar başarılı saymıyor hayat sınavında. Bunu hayat beni yaka paça odamdan çıkarana kadar anlamamıştım. Hayatımın dönüm noktası evimi, şehrimi, konforlu alanımı bırakıp hiç bilmediğim, beni iliklerime kadar yabancı ve rahatsız hissettiren bir şehre okumak için gelmek oldu. Gerçekten yaşamaya konforum olan her şeyden uzaklaştığımda başladım. Odamdan, ailemden ve konfor arkadaşlarımdan uzakta yepyeni bir hayat beni bekliyordu. Hiç tanımadığım insanlar en yakınlarım oldu; odamda hayalini kurarken gerçekleşmesine ihtimal dahi vermediğim deneyimler yaşadım. Daha evvel hiç atmadığım kahkahalar attım, hiç gitmediğim yerlerin yollarını ezbere bilir oldum. Odamın içinde hayalini bile kuramayacağım, bana ilk kez nefes aldığımı hissettiren bir aşk yaşadım. Odasından dışarı adım atmadığı günlerde neden hiçbirinin başına gelmediğini duvarları yıkıp özgürleştiğinde anlıyor insan.
Hayat, kendimize duvarlar örmek ve onları aşmamaya inat etmek için fazlasıyla kısadır. İnsan, duvarlarını yıkmadıkça özgürleşmeyecek ve yaşamın tadına varamayacaktır. Odamdan çıkmamı zorunlu tutan şartlar olmasaydı, çıkmaya cesaret edebileceğimden şüpheliyim; ne de olsa duvarları yıkmak her zaman korkutucu gelecekti. İnsan, ancak duvarları yıkmaya cesaret ettiğinde kendini gerçekleştirebilecektir. Yaşamaya meyilli olduğundan insan; eninde sonunda duvarlarını yıkacak, odasından çıkacak ve doyasıya yaşayacaktır.
— Bir turk101 yazım daha. sizin konfor alanınız neresi?
Beğendiyseniz ve destek olmak isterseniz:
Konfor alanım gibi hissettiğim bir yer olmadı galiba
Benim odam yok ama ev tamamıyla konfor alanım sanırım. Evden dışarıya çıkmak öyle güç ki benim için. Öyle çok rahatsız oluyorum ki bunu nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. Huzurun olmadığı bir ortamda büyümenin zorluğu ayrı ve bir yandan da ailemle vakit geçirmeden yaşamıma devam etmeye çalışan bir benlik düşünün. Ailemle vakit geçirmek istemememin sebebi anlayışsız ve yargıcı olmaları. Birçoğumuzunki öyle sanırım. Ama yapabileceğimiz tek şey sakin olmak ve beklentisiz olmak.
Ben evden çıkamayan, tek başına biryere gitmekte zorlanan bir insanım. Tek başımayım. Her anlamda. O kadar çok kırgınım ki birçok şeye. Yoruldum. Sadece görülmeyi bekledim. Ve bu sayede de görünmez olduğumu öğrendim. Sonrasında ise ben görmeyecektim, düşünmeyecektim ve korkmayacaktım. Sadece yaşamak için başlamam gerekiyordu ve bende başladım. Bu son hapsoluşum olucak. Ve hayat benim için tekrar başlayacak...